Şekerim, Şekersin, Şeker…

20160424_093931

Doğduğunda pamuk prenses gibiydi. Simsiyah saçları ve pespembe yanaklarıyla ağlayarak karşıladı o ilk, mucize nefesi İpek bebek… Yaşamını, heyecanları ve hayalleriyle şekillendirecekti. Dört kardeşten en büyüğüydü. İnatçıydı. Zaman zaman asi çıkışlarının ardında şeker gibi bir kızdı. İlk çocuk olarak erkek hayal edilmiş bir evde, önceden hazırlanmış isme uymadığından bir takvimin yaprağından şansı yakalamış, kaderi kendi oyununa dönüştürebilecek bir bebekti. Takvim yaprağında; günün şanslı kız ismi “ipek”ti. İşte ipek ilk kozayı o gün yırtmıştı. İpek ismi O’na çok ama çok yakışmıştı. Büyüdü. Büyürken, mavi siyah gür saçlarının altında devamlı kırpışan kirpiklerinin arasından merakla izledi etrafta olan biteni. Hep bir telaş, hep bir heyecan vardı gözlerinde. Bu ritme eşlik etti yüreği… Bir uçurtma edasıyla hayallerini uçurur, heyecanla bekler dururdu hayallerinin gerçek olacağı günleri…
Yıllar yılları kovaladı 2001 yılında VHL ile tanıştığında yaşamına adeta bomba düştü… O zamanlar farkına varmamış olsa da çok sonraları doğumundaki kadar şansla bezendiğini fark edecekti. Sınavlardan ibaret yaşamında, şükürler seviye atlama kutlaması olarak yürek sesine pelesenk olacaktı. İlk duyduğunda ne olduğunu anlamamıştı elbette. Sonraları VHL’yi “Ve Hayat, Laf-ı güzaf” olarak tanımlayacaktı. Çünkü aşılması gereken sınavların sonunda ulaşılacak “hiçlik mertebesi” bilgisine artık haizdi. Yaşamına Von Hippel Lindau adıyla düşen bu hastalık, onu sağlığa götüren ışıklı yolun ilk perdesini aralamasına fırsat vermişti. Sınav kendisiydi. “Nefsi ile hisleri” , “Dünya ile ötesini” kısaca hayat ve ölüm gerçeğini içselleştirme şansını deneyimlemek yani pişmek için daha güzel bir sınav sunulamazdı insan denen varlığa. Varlığa tutunmak için bilgiyle donanmaya karar verdi. VHL, tek organda rastlanabildiği gibi çoklu organ kistleri ile de görülebilen genetik bir vakaydı. İçinde şeker hastalığına uzanabilecek yoldan habersiz tam bu anın bir yıl sonrasına tarihlenen bir zamanda, yani ipeksi hislerinde en güzel kelebeklerin uçuştuğunu gördü.

Aşkın rüzgarında savrulurken, sol böbreğindeki kistlerin birinci ve ikinci derece kanser olduğu ortaya çıktı. Bu durum, her ne kadar “hayatına hoş gelmiş sefa gelmiş” edasıyla buyur edilmese de pozitif duyguların ahengine kapılması uzun sürmedi. Ameliyat kararı, aşkla sınandı. 2003 yılının sıcak ve güzel bir yaz gününde Eylül’de evlendi. Evliliğin üçüncü ayında eşinin tuttuğu küçük elleri, hayata kocaman tutunmasına sebep oldu. Takvim 2004 yılı Ocak ayını gösterdi. Ameliyathanede moral iğnesinin de etkisiyle olacak konser verdi. Doktorları durumu şöyle özetlemişti; “O kadar güzel söylüyordu ki, vallahi genel anesteziye bir türlü geçemedik.” Aynı operasyonda sol böbreği alınırken, pankreasının uç kısmında bulunan kistlerden biri nedeniyle pankreasının bir bölümü de alındı. Dediler ki; şeker kontrolü gerekebilir. “Şeker de kim şekerim? Tabi ki kontrol edebilirim.” dedi… Öyle de yaptı. Kısa zamanda toparlandı ve iki yıl sonra 2006 yılında dünya tatlısı bir oğlu oldu. Adını Toprak koydu. Güçlü, hayat veren, can’dı. Can buldu. Hamilelik şekerini diyet yaparak öyle güzel yönetti ki; 60 kilo hamile kalıp 60 kilo doğuma giderek 3.750 gr. Bebek dünyaya getirdi. Başarılı bir süreci gerçekten iyi yönetmişti. “Şekerim sen bu işi biliyorsun.” dedirtti. İlk o zaman tanıştı nefsine hakim olabilmenin zorluğuyla. Yemek istenilen yiyeceklere “DUR!” diyebilmenin ne denli büyük bir iç savaş olduğuyla. Sağlıklı beslenme ile beslenme arasındaki farkla tanıştı. Şimdiye kadar adeta bir çöplük gibi boğazından aşağı yolladığı yiyecekleri saymanın zor bir sanat olduğuyla yüzleşti. Sanat demek çok doğru bir tanım aslında. Şeker; insanı “Yeme Sanatı Ustası” yapıyormuş yıllar içinde. Bu ünvanı hak etmek de öyle herkesin harcı değilmiş… Bir de spor varmış bu sanatın içinde. Her gün düzenli yaptığında kan şekeri üzerinde de olumlu etkilerini görüyormuş.
Bilgi bu gelişim yolunda en büyük itici güçmüş. Bilmiyorsan yönetemeyeceğin aşikarmış… “Amaan okuruz öğreniriz” cümlesini kurarak hafife almayınız sakın ola. Yukarıda hafifçe değinmiştim; ortaya çıkar bir iç savaş. Bu savaş benzemez başka savaşlara. Zihin oyunları bölüm bir ile başlar, vicdan sahneye çıkınca raitingler tavan yapar ve pek çok bölüm devam eder. Diyelim bir eğitimdesiniz, derse “ara” vakti gelir. Eğitim salonunun dışında çay, kahve ve benzeri içeceklerin yanında muhteşem atıştırmalıklar en güzel haliyle masada bekler… Masaya yaklaşsan bir türlü, yaklaşmasan bir türlü. İpeğin içinde tsunami… Serde delikanlılık var, gerçekte; şeker… Elde kalır tüm hevesler… Heves boğazından aşağı inmez, doya doya inse hayat çekilmez. Bu ne yaman çelişkidir. İpek, içindeki fırtınayı durultsa; sesleri bastıramaz… İyi ve kötü melekleri başrolü alır. Bildik repliklerini en tiyatral haliyle oynar.
Ye ye, bir şey olmaz, bir doz insülin yaparsın olur.
Yooo, asla olmaz, meyve ye sen meyve. Şekerim bunlar hep sağlıksız.
Ama çilekli tart ta çok şirin bakıyo yaa, sanki bana direkt bakıyo.
Aman şekerim, sen güçlüsün dön, kahveni al, geç salona. Hepsi yağ bunların, vıcık vıcık…
Yok ya, bir taneden hiçbir şey olmaz. Yürürüm ben çıkışta… Valla mis gibi kokuyorlar, yağlı da değil bir kere…
Sesler gitmez. Hele bir de yemişse, eğitimin bir saat sonrası kabusa döner. Neden mi? Şeker çıkar, vicdan devreye girer. Bu sefer o konuşur; “Eee, sana demiştik, yeme diye. Bak çıktı şekerin, hadi bakalım. İnsan bile bile kendine bu eziyeti yapmaz şekerim. Aahh ahh! Hiç söz dinlemiyorsun. Bütün değerlerin oldu allak bullak. Eğitim bir hafta ise varın hali siz düşünün. Eğitim durgun, İpek yorgun. İçinde kazanan iyi meleğiyse en edalı haliyle salınır. Kötü meleğiyse kazanan; savaşı bir sonraki öğüne kadar vicdan sesleriyle sürer gider… Şekersen bilirsin. Nasıl ki bir duyu organı bedende kayıpsa, diğer duyuların sezgi kapasitesi ön plana ve dahi maksimuma çıkarsa, şekersen iç seslerin ön plana çıkar şekerim… Susturamazsın. Sözün özü; her şekerli, er ya da geç bir yeme sanatı ustası olmaya mahkumdur.

İpek, arada “diren şekerim” diye sloganlar savursa da gerçekle gün be gün , hatta her öğün yüzleşir. Nefis mücadelesinde kan şekeri takip çizelgesine zafer skorlarını savaşı kazanan olarak yazar, yazar, yazar… Bedeli kanla ödenmiş o şanlı tarih keşke hep böyle yazsa şekerim. Elbette gün olur mağlubiyet skorları da tarihin tozlu kan şekeri takip çizelgelerinde yerini alır. İnsan kendini de kabul etmeli şekerim. İyisiyle kötüsüyle insanı insan yapan zaafların yönetimine talip olmalı her birey. E şekerim, şeker de böyle bir şey…
Her şey yolunda giderken 2010 yılında dünya güzeli pembe yanaklı bir kızı kucağına aldı İpek… Doğrusu şekerim bu pek kolay bir hamilelik olmadı İpek için… İnsüline başladılar, diyet epey sıkıydı. Mecburi yürüyüşler… Aç gezen, sinirli hali doğumla sona erdi. Dayandı tüm güzel yiyeceklere, “Su”yu kucağına alsın diye. Aldı da. 60 kilo hamile kaldı, 55 kilo doğuma gitti. Öyle zorlu geçen nefis mücadelesi, 3 kg. pamuk şekeri gibi bir kızı kucağına almakla mutlu sona bağlandı. Ve bu kez doktoru dikkat et ki şekerim, hamilelik şekeri kalıcı olmasın dedi. Elinden geldiğince dikkat etmeye çalıştı İpek. Kah uydu, kah uyamadı.
2014 yılında endokrin kaynaklı pankreas tümörleri nedeniyle “whipple” kararı alındı. Whipple sonrası yeniden yapılandırılan zengin iç dünyası için Tesla biyografisinde sonradan okuyacağı bir Tesla sözü daha sonra o zenginliği doğrulayacaktı. Tesla; insanlar için “etten kemikten makinalar” demişti. İpeğin muhteşem makinesi, mükemmel sağlığa yol almak için ameliyatın ilk günlerinde çocuklarının sesiyle motive olmayı adeta roket hızına benzetiyordu. Hastane koridorunda yürürken kızının; “hadi anneee, anne hadiii” sesiyle tutunduğu can ona çok iyi geldi. Öyle can buldu ki; bedeninden sarkan iki drenaj topuna aldırmadan dördüncü gün mezdeke klibi çekip rekorlara imza attı. 5.gün iğne eğitimi başladığında korkularıyla burun buruna geldi. Hatta iğneden öyle korkuyordu ki; “getirin pankreasımı ben yutarım, şöyle sallanırım yerine oturur” diyerek doktorlarını güldürmüştü. O 4 milim iğneyi batırmadan anestezi yapsalar hiç hayır demezdi. İlk 3 ay iğne öncesi 5 dakika meditasyon yapan İpek zamanla alıştı bu duruma. Bir de insülin kokusuna alışmak zaman aldı. İlk günler kötü kokulu bu madde kusmasına sebep olurken sonraları vücudu ona da alıştı. Yemekle imtihanı hala sürmekte…
İpeğin pankreası olmadığı için düşme eğilimli olan şekeri ile ilgili çok ilginç hikayeleri oldu anı defterinde. Geçen yıl ameliyat sonrası aylarda güvenli limanım dediği evine adeta kendini kilitlemişti. Dışarı çıkmak söz konusu olduğunda kara kara düşünüyor, ne yapacağını bilemiyordu. “Ya yemek saatime dışarıda denk gelirsem?” “Ya iğnemi unutursam?” “Ya şekerim zamansız düşerse?” “Ya şekerim çıkarsa?” şeklinde sıraladığı mazeretlerle hayatını zehir etmişti. Evine kendini hapsetmişti. Şeker İpek anladı ki; doğru diyabet yönetimi, kişiyle uyumlanacak doğru doktorla gelecekti. Her şekerli, kişilik özelliklerine uygun bir doktorla sürece devam etmeliydi. Örneğin espri anlayışınız yüksekse, haliyle işini ciddiyetle ele alan bir hekime espri yaptığınızda, yersiz ve hadsiz sınıfına geçilecekti. -Ki diyaloğun ahengi o an itibariyle bozulacak odadaki hava buz kesecektir. – Ya da size baka bir örnek; Saatlerce beklemek pek şekerliye uygun değildir. Hele konuşmayı seven bir şekerliyse Devlet Hastanesinde bir hekim seçmek de şekerliyi tatmin etmeyecektir. Herkes için vakit elbette değerlidir ancak yolu Devlet Hastanelerinden geçen şekerliler bilirler; o değerli hekimlerin vakitleri, hekim başına düşen şekerli sayısından mütevellit “altını” es geçelim, “elmas” değerindedir. O dar alanda Şekerlinin her zaman söyleyecek çok şeyi varken Hekim istemese de kendine ayrılan sürenin sonuna gelir ve başka baharda ya da başka mekanda buluşmak üzere ayrılık rüzgarıyla savrulurlar. Uyumun ritmi bozulur.

Haddizatında hekim ve şekerli uyumu özel öneme sahiptir. Hekimde şekerliyse nasıl bir sinerji oluşur bilinmez ancak İpekçe, şekerli hekim 5 yıldızlı uyum standardına yerleşir. Hekim, hekimlik bilgilerini sunmanın yanında psikolojik olarak anlayışla, fizyolojik olarak da yaklaşımıyla “Şekerliyi” mest etme potansiyeline vakıfsa “Şekerlinin” vazgeçilmezi olur. Diyetisyen, nefs ile gerçeğin dengelerini ayarlar. Şekerli için bunu ayarlamak hele hele iç savaş sürerken hayli yorucudur. O nedenle şekercim, tüm bu süreçte üçlü saç ayağı devreye girer. Diyetisyen Hekimi, Endokrin Hekimi ve Şekerli bu saç ayağını kurup “Sağlıklı Diyabet Yönetim Sanatını” icra ederler.
İpek son bir yıl içinde şeker ölçüm aletinin ölçemediği düşüklük ve yükseklikte şekerle tanıştı. Kah şekerini yok sayıp yemeklerini özgürce yemenin dayanılmaz vicdan yükünü çekti, kah düşen şekeriyle otoban hızına kavuşan nöron bağlantılarını keşfetti. Sporun kan şekeri düzeylerine olan etkisini gördü. Tek başına spor yapmayı sevmediği için hali hazırda düzenli spor yapmayı yaşamına arzu ettiği seviyede yerleştiremese de, tüm bunlardan öğrendiği yegane gerçek; yaşamın her birey için özel bir anlam taşıdığıydı. Son 6 aydır karbonhidrat sayımı konusunda Türkiye’nin önde gelen ve gelecek nesillere yol gösterecek değerli bilgelerinden ders alıyor. Bu süreçte kilo almadığı için yaşını da ele vermediğinden ne giyse yakıştırıyor kendine.
İpeğe göre yaşam; çevresiyle, bilgi ve görgüsüyle, sevdikleriyle, öğrendikleriyle, keşfettikleriyle, dostlarıyla, işiyle, kültürüyle kısacası içinde yaşadığı dünyayla tastamamdı. Bir yüce kapsayıcının gücünü unutmamak kaydıyla; Sevgi… Her ne yapıyorsak ve her neyle mücadele ediyorsak içinde sevdiklerinin ve sevginin gücünü hissetmeyen insan varlığını ve aidiyetini sorgularken buluyordu kendini. İşte bu anlam arayışı İpeği Milton Erickson felsefesine taşıdı. O felsefeyle tanışan İpek; an’da kalmaya ve anları korumaya karar verdi. Şekeri yönetmek belki biraz da “an’larda” gizliydi. An’lardan aldığınız tatlar yoğun, hayat ışığınız kosmoz kadar güçlü olsun Şekerim. Her şekerli isterse hayat enerjisini geçmiş deneyimlerinden hareketle geleceğe tam olmasını istediği gibi ve sevgiyle yansıtabilir. İnsan yeter ki “nasıl yaparım?” sorusunu bir kez kendisine sorsun. Gerisi gelir. Şekerim, şekersin , şeker…

© İpeginenerjialani sayfasında yer alan tüm yazılı eserler koruma altındadır.

Türkiye Cumhuriyeti Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ya da kısaca FSEK,Türkiye‘de 5 Aralık 1951 tarihinde kabul edilmiş ve halen yürürlükte olan 5846 sayılı kanundur. Resmî Gazete‘nin 7981 no.lu sayısında yayımlanarak, 13 Aralık 1951 tarihinde yürürlüğe girdi.Kanun, bilgisayar programları dahil bilim,edebiyat, müzik, güzel sanatlar ve sinema eserlerinden doğan hakları tanımlar ve güvence altına alır. Buna göre ilgililerin bu eserler dolayısıyla maddi ve manevi yetkileri doğar.

Şekerim, Şekersin, Şeker…’ için 2 yanıt

  1. adı gibi yumuşacık ve duru bir kadın, şeker gibi bir aile. iyi ki tanımışım sizi. kalemine, yüreğine sağlık canım.

    Beğen

Yorum bırakın